28 Mayıs 2013 Salı

Sucker Punch, 2011

SUCKER PUNCH
2011



Yöneten: Zack Snyder
Tür: Aksiyon, Fantastik , Macera, Dram
Ülke: ABD, Kanada
Süre: 110 dk
Imdb: 6.0     Sinemalar: 7.2
Oyuncular: Vanessa Hudgens ,  Abbie Cornish ,  Emily Browning ,  Carla Gugino ,  Jamie Chung


Savaşmak için ihtiyacın olan tüm silahlara sahipsin!


  Babydoll'un annesinin ölümü ardından vasiyeti üzerine mirası kendisine ve kız kardeşine kalır. Bunu gören üvey babası çılgına döner ve kızları ortadan kaldırmak için eve girer. Kız kardeşini adamın elinden kurtaramayan Babydoll, üvey babasının ayarlamaları sonucunda bir deliler hastanesine gönderilir. Hafızasının silinmesi için ona bir ameliyat uygulamalarından önce kısa bir süresi vardır ve tek istediği şey özgürlüğünü geri kazanmaktır. Babydoll'un bu kaçış mücadelesine akıl hastanesindeki dört kız da ortak olur ve bu genç kızların gözünden özgürlük mücadelesi fantastik bir macera olarak başlar.

  İki kez izleyip, severek andığım çok nadir fantastik filmlerdindendir Sucker Punch. Altından çıkartılması gereken bir çok mesaj olan bir film kesinlikle. Normal (tabii biraz mübalağ var her halükarda ama) bir hikayeyi Babydoll'un hayal dünyasının içine girerek fantastik hale getirmeleri ve "Gerekli olan tüm silahlara sahipsin!" mesajı filmi çok değerli kılıyor diye düşünüyorum. Kızların neredeyse hepsini bir ya da iki filmden biliyoruz. Benim için  İzlemeyenlere kesinlikle tavsiyemdir. Lemony Snicket's A Series of Unfortunate Events'de Violet olan Emily Browning, High School Musical serisinde Gabriella olan Vanessa Hudgens, Candy filminde Candy olan Abbie Cornish, Hangover II'de Lauren olan Jamie Chung gibi. Tek bir kızı tanımıyormuşum o da Carine McCandless olarak Into the Wild'da oynamış olan Jena Malone, atlamayayım. İzlemeyenler kesinlikle atlamasınlar, kendi hayatlarımız ve özgürlük savaşımızı fantastik bir biçimde izlemek gerçekten çok keyifli. İyi seyirler film severler.


İzlemek isteyenler buradan ulaşabilirler.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Okuyucu, 2008

THE READER
Okuyucu
2008


Yöneten: Stephen Daldry
Tür: Dram, Tarih, Romantik
Ülke: ABD, Almanya
Süre: 124 dk
Imdb: 7.6     Sinemalar: 7.8
Oyuncular:  Kate Winslet, David Kross, Ralph Fiennes, Jeanette Hain



Bir sırrı saklamak için ne kadar ileri gidebilirsin.



  İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya savaşın yaralarını sarma çabasında bir ülkedir. On beş yaşındaki Michael bir gün okulundan çıkmış evine giderken rahatsızlanır ve şans eseri bir kadın ile tanışır. Kendisinden yaşça büyük olan Hanna Schmitz adındaki bu kadın ona yardımcı olur. Hastalığı geçtikten sonra teşekkür etmek için o eve geri döner ve o andan itibaren ikisinin arasında bir bağ oluşur. Gizlice yaşadıkları ilişki Hanna'nın bir gün habersizce ortadan kaybolması ile sona erer. 8 yıl sonra Michael, avukat olmak üzere olan bir hukuk öğrencisidir. Bir gün gözlemci olarak gittiği, nazilerin yargılandığı mahkemede sanıklar arasında Hanna'yı gördüğünde dünyası başına yıkılır.

  Kendi adıma, naziler ve toplama kampları ile arka arkaya bu kadar  belgesel izlemeseydim Hanna'yı filmin sonunda da masum ve iyi bir insan olarak görebilirdim. Ama yapamıyorum tabii ki. Fakat baş rollerdeki iki oyuncu da her türlü ödüle layık bir performans sergilemişler kesinlikle. Dahası, filme gelelim. The Reader filmi bende en çok iz bırakan filmlerden biri oldu. Pek çok izleyen arkadaşımdan da aynı yorumu duyduğumdan dolayı bu kadar geç paylaştığıma kendim bile kızıyorum. Filmi seyrederken kendinizi bir sırra ortak oluyor gibi hissedeceksiniz. Almanya'nın o kasvetli havasını çok iyi yansıtmış bir tarih filmi olarak görüyorum. Nazilerin yargılandığı mahkeme ise bana çok gerçekçi gelmişti. 
  Bir başka konu da aralarında büyük bir yaş farkının olduğu iki insanın ilişkisi. The Rebound filmini sevemeyişimin sebebi bu insanların birbirlerine yakıştığını düşünmememden. Fakat bu filmdeki iki insanın durumları çok farklı. Önce ergenliğin verdiği dürtüler ile Hanna'ya hayran kalan Michael'ın, daha sonra bu kadının ilgisi, sevgisi ve onunla geçirdiği vakit sonucunda sevgisi artıyor. Hanna'nın ise dünyası zaten oldukça küçük ve fazlaca yalnız. Bu yüzden bu detay da izleyenin gözüne batmıyor, batmamalı. Değinmek istediğim çok fazla detay var fakat hepsi filmin sonu ve sırrı ile ilgili. İzlemeyenlere bunu yapamayacağım için kısa kesmemde fayda var. İyi seyirler film severler.



İzlemek isteyenler buradan ulaşabilir.

9 Mart 2013 Cumartesi

Kıyamet Günü, 2012





LO IMPOSIBLE
The Impossible
Kıyamet Günü


Yöneten: Juan Antonio Bayona
Tür: Dram, Tarih, Gerilim
Ülke: İspanya
Süre: 114 dk
Imdb: 7.6      Sinemalar: 7.0
Oyuncular: Naomi WattsEwan McGregorTom Holland, Geraldine Chaplin, Marta Etura



Nothing is more powerful than the human spirt.


  Kış tatili için Tayland'da sahil kenarındaki bir otele yerleşen Bennett ailesi, güneşin ve denizin tadını çıkarmaktadır. Maria ve Henry, üç erkek çocukları ile gece düzenlenen noel kutlamalarında eğlenceli bir gece geçirirler. Ertesi sabah  havuzda çocukları ile ilgilenen çift, etrafın sarsılması ile diğer herkesle birlikte buz kesilir. Bir kaç dakika sonra dev bir dalga otelin duvarları üzerinden üstlerine doğru gelmektedir. Cennet gibi olan tatil beldesinde bir kaç dakika içince cehennem yaşanmaya başlar.

  Tsunami filmin en başlarında gerçekleşiyor. Devamında ise aile fertlerinin bir araya gelmek ve hayatta kalmak için verdiği savaş anlatılıyor. Binlerce ölümün gözler önünde olduğu filmde içimizin burkulduğu bir çok sahne var. Üç erkek çocuktan, özellikle de en büyükleri Lucas'ı oynayan Tom Holland mükemmel bir performans sergilemiş. Özellikle hastanede yatanların yakınlarını bulmak için üstlendiği görevde kendisini hayranlıkla izledim. Baş rollerdeki Naomi Watts ve Ewan McGregor'a diyecek bir kelime bile bulamıyorum zaten.

  Kıyamet filmlerini sevmem, filmin adını yine ticari amaçlarla bu şekilde çevirmişler. Gerçi orjinal adının yerine de daha iyisinin gelebileceğini düşünüyorum. Filmde kesinlikle kıyametten bahsedilmediğini, yaşanmış gerçek bir doğal afetin anlatıldığını belirtmek isterim. Filmin başında belirtildiğine göre hikayesi de gerçek bir hikayeye dayanıyor. Afet filmlerini hiç seyretmem, aklıma bununla ilgili bir karşılaştırma gelmiyor bu sebeple. Ama net olan bir şey var, kumsal bölgesinin tsunamiden sonraki halini nasıl çekmişler, kesinlikle takdire şayan sahnelerdi.


 Bu tarz, pek çok insanın hayatını etkileyen hikayelerde sadece tek bir ailenin hikayesinin anlatılması hep eleştirilir. Bu filmin eleştirilerini okurken diğer dikkatimi çeken bir öğe de ırkçı yönüydü. İspanya ve Amerika'nın beraber çektiği bir filmde beyaz bir ailenin hikayesini izlemek şaşırtıcı bir bilgi olmasa gerek. Bunu itici bir yanını da göremiyorum ayrıca, negatif bir gönderme yapılmadığı sürece. Ve tarihten böyle bir kesiti tüm insanların dramını anlatacak şekilde çekerlerse bu belgesel olur, film değil. Bu bir ailenin kurtuluş hikayesi, Tayland'daki tsunami felaketinin belgeseli değil. İzlerken bu ayrıntıların da sizi rahatsız etmesine izin vermeyin diye belirtmek istedim. Son olarak izleyeceksiniz ağlamaya hazırlıklı olun diyeyim. İyi seyirler film severler.


İzlemek isteyenler buradan ulaşabilirler.

5 Mart 2013 Salı

İyi Bir Yıl, 2006

A GOOD YEAR
İyi Bir Yıl
2006


Yöneten: Ridley Scott
Tür: Dram, Komedi, Romantik
Ülke: ABD, İngiltere
Süre: 117 dk
Imdb: 6.8     Sinemalar: 7.2
Oyuncular: Russell Crowe, Marion Cotillard, Abbie Cornish, Freddie Highmore, Albert Finney, Archie Panjabi



Dudaklarımı affet. Onlar hep kendilerini en olmadık yerde bulurlar.


  Para kazanmayı bir tutku haline getirmiş Max Skinner, işinde çok iyi bir borsacıdır. Hayatta gerçekten değer verdiği tek insan çocukluğunda onunla ilgilenen amcasıdır. Büyüyüp iş hayatına atıldığında amcasına olan ziyaretleri sona erer. Bir gün ofisine gelen telefonla Henry amcasının öldüğünü öğrendiğinde sandığını kadar üzülmemiştir. Amcasının ona bıraktığı şato büyüklüğünde görkemli evi ve üzüm bağlarını görmeye gittiğinde ise durum değişir. Evi satmak ve anıları arasında gitgeller yaşadığı sırada Fanny Chanel adında bir kadınla tanışır ve aşık olur. Peki bu aşk ona, evinin, işinin, kısaca tüm düzeninin olduğu ülkeden kilometrelerce uzak olan bu ülkede kalmasına yeterli sebebi verecek midir?

  Size benim sıcak film kavramımı anlatmıştım öyle değil mi? Hatta ilk paylaştığım film Les Petits Mouchoirs de bu tarz bir Marion Cottillard filmiydi. Konusu ve mekanı öyle sıcak ki izlerken bir tür huzur veriyor insana. Bu tarz filmler insanların hayatını ya da düşüncelerini değiştirecek tarzda filmler değildir fakat duygu yönünden moralinizi düzeltecek filmlerdir. Max'in çocukluğuna yapılan flashbackler ve yaratılan amca karakteri harikaydı. Ridley Scott tanıdığım bir yönetmen değildir ancak çok iyi bir iş çıkarmış, bunu söyleyebilirim. Marion Cotillard çok sevdiğim ve beğendiğim bir oyuncu. Kendisini hep bu tarz filmlerde, bu tarz rollerde izlemeyi istiyorum. Russell Crowe daha önceleri keşfedemediğim, çok kaliteli bir oyuncu. Bu filmle siması hafızama kazındı, sizlere da aynısının olacağına eminim. Max'in gençliğini Freddie Highmore oynuyor ki çok sevdiğimiz şeker tadında genç bir oyuncudur kendisi. Bu tarz filmleri önerirken en başta neden önerdiğimi açıklama gereksinimi duyuyorum farkında olmadan. Çünkü filmden ne beklerseniz filmin sonundaki düşüncenizi o belirler. Aksiyon bekleyip aksiyon göremezseniz o film sizin için kötüdür. Bu yüzden hangi ruh halinde izlemeniz gerektiğini de tavsiyelerime ekliyorum. Şimdi çok uzatmadan fotoğraflar ve fragman ile size veda ediyorum. İyi seyirler film severler.

2 Mart 2013 Cumartesi

Maç Sayısı, 2005

MATCH POINT
Maç Sayısı
2005


Yöneten: Woody Allen
Tür: Romantik, Suç, Gerilim
Ülke: ABD
Süre: 124 dk
Imdb: 7.7     Sinemalar: 7.6
Oyuncular:  Scarlett JohanssonJonathan Rhys Meyers, Matthew GoodeEmily Mortimer, Brian Cox


Did anyone ever tell you you have very sensual lips? 



 

 Chris Wilton, tenise gönül zengin bir eğitmendir. İş dünyası için yeni gençler aradığı sıralarda Tom Hewett ile tanışır. Tom, alçak gönüllü, yakışıklı ve teniste oldukça yetenekli bir adamdır. İkisi arasında sıcak bir arkadaşlık oluşurken aynı zamanda kız kardeşi Chloe ve Tom arasında da bir elektriklenme olur.

 Aileye yeni katılan Tom, herkesin gözüne girmeye aday bir delikanlıdır ancak önünde büyük bir engel vardır. Chris'in karısı Nola, inanılmaz güzellikte ve seksilikte bir kadındır ve Tom gözlerini ondan alamamaktadır. Chloe sayesinde bir anda kendini içinde bulduğu bu serveti tehlikeye atmaktan deli gibi korksa da tek düşünebildiği Nola'ya sahip olmaktır. Bir süre sonra arzusu karşılıksız kalmadığında ikisi de yaptıklarının yanlış olduğunun bilincindedir fakat aşktan daha doğru ne olabilir?

  Çok bilindik bir aşk üçgeni, çok bilindik bir erkek karakteri. Beylerimizi kızdırmak istemiyorum, Scarlett bu filmde o kadar güzel ki, Tom karakterine bir bayan olarak hak verebiliyorum. Filmin sonu beni çok şaşırtmıştı. Daha sonra düşündüğümde Allen'ın mantığında bir yanlışlığın olmadığını, garip bir son değil mantıksız bir karakter yarattığını anladım. Filmlerde bazen kendimizi yerlerine koyup "Ben olsaydım ne yapardım?" diye düşündüğümüz olur. Eğer erkekseniz özellikle, kendinizi Tom'un yerine koyarak seyretmenizi öneriyorum. Sonun o zaman sizi şaşırtacağını zannetmem. Bayan izleyicilerin ise heyecanlı bir aşk üçgeni her daim ilgisini çekecektir, tıpkı benim ilgimi çektiği gibi. İyi seyirler film severler.


İzlemek isteyenler buradan ulaşabilirler.

28 Şubat 2013 Perşembe

Umut Işığım, 2012

SILVER LININGS PLAYBOOK
Umut Işığım
2012


Yöneten: David O'Russell
Tür: Romantik, Dram, Komedi
Ülke: ABD
Süre: 122 dk
Imdb: 8.0     Sinemalar: 7.2
Oyuncular: Robert De Niro, Bradley Cooper, Jennifer Lawrence, Julia Stiles



İşaretleri takip et!



 Uzun bir süre sonra bayılarak izlediğim bir filme denk geldim ve yine buradayım.

  Karısının kendisini aldatmasından sonra sinir krizi geçirmesi sebebiyle akıl hastanesine kaldırılan Pat, annesi sayesinde bir süre sonra oradan çıkmayı başarıyor. Hastalığını kabullenip, karısını geri kazanma hayalleriyle kitaplar okuyup, spor yaparak formda kalmaya çalışıyor.

  Yakın arkadaşının daveti üzerine akşam yemeğine çıktığında arkadaşının baldızı Tiffany ile tanışıyor. Duygu hali ve kafası oldukça karmaşık olan bu genç dul kadın onu ne kadar etkilese de geçmişine takıntılı halde bağlı olduğu için onun hayatına girmesine izin vermesi çok zaman alıyor. Sinirsel rahatsızlıkları ile her ikisi de birbirlerini hem çok iyi anlıyor, hem de birbirlerine çok zor zamanlar yaşatıyorlar. Zamanla hayatlarında büyük yaralar almış bu iki insan, birbirlerinin yaralarına çözüm olmaya başlıyorlar.

  İlk defa bir Bradley Cooper filmini Bradley Cooper için izlemedim. Bildiğiniz gibi Hunger Games'i çok geç seyrettim ve Jennifer Lawrence'e hayran kaldım. Bu filmi gördüğümde büyük ikilemde kaldım. Imdb puanı daha fazla olmasına rağmen ona olan sevgimi arttırır mı, azaltır mı diye. Çünkü macera filminden sonra bir romantik film itici gelebilir. Hafızalarımızdaki Lawrence görüntüsü baya sert bir kız. Ancak sandığım gibi bu film bende hayal kırıklığı yaratmadı. Aksine oyunculuğu, kesinlikle ödüllendirilmeli diye düşündüm. Bradley ise söylememe bile gerek yok, mükemmeldi. Sinir harbi dediğimiz olay bir oyuncu için en zor şeydir bence. İki oyuncunun da çıldırdığı sahneler olaydı. Baba oğul ilişkisi ise gerçekten çok güzel işlenmişti. Robert De Niro'nun artık hep baba rolünde oynamasını istiyorum. Her neyse. Hepimiz en az bir kez sinirlerimize yenik düşmüş, dibe vurmuş gibi hissetmişizdir. En diptekilerin yüzeye çıkış hikayesini izlemek, hele de iyi işlenmiş ise, çok keyifli olabiliyor. İyi seyirler film severler.


İzlemek isteyenler buradan ulaşabilirler.